Türk yazınının kendini başka dillerde göstermesi, onyıllardır zihinleri ve çeneleri yorar durur. Son yıllarda artan çabalara rağmen, yazılı ve sözlü edebiyatımız, eski eserleriyle de, yeni yaratılarıyla da, yurtdışında hakkı olan ilgiyi göremiyor. Bu, belki de, kimi çevirilerin bozuk, yetersiz, yavan olması yüzünden… Ne var ki, mükemmel çevrilmiş olan eserler bile, yabancı eleştirmenlerden ve okurlardan genellikle rağbet görmüyor. Hele İngilizceye çevrilenler, Fransa’daki, Almanya’daki, İskandinav ülkelerindeki, Rusya’daki satışlarının gerisinde.
Anglo-Amerikan dünyasında bu sorunumuzun bazı köklü nedenleri var: Biri, Türklerin uygarlık geliştirmemiş, özgün kültür ve edebiyat yaratmamış gibi görülmesi… İkincisi, modern edebiyatımızın içinden çıkamadığı bir açmaz: Yaratılarımızın bir kesimi, o kadar yerel ve ulusal ki çevrildiklerinde tuhaf ve kötü anlamda egzotik görünüyorlar. Batı doğrultusunda ve çeviriye yatkın olanların çoğu, taklit damgası yemeye, kötü kopya olarak küçümsenmeye mahkûm oluyor.
Türkçe ile İngilizce arasındaki temel uyuşmazlıklar da önemli: Kültür iklimindeki ve değer sistemlerindeki değişiklikler; dil morfolojisindeki, cümle yapısındaki, ritimlerdeki farklar; Türkçenin yumuşak ahengi yanında İngilizce’de seslerin kesik kesik (stakato) oluşu…
Çeviri sanatının demir leblebileri -başka bir deyimle baş belaları- “çevrilemez” türlerdir. Eşyanın tabiatı, kendilerine özgü nitelikleri yüzünden çeviriye karşı direnen bellibaşlı üç tür şunlardır bence:
- Halk Şiiri
- Masal ve Tekerlemeler
- Mizah
Bizim halk şiirimiz, öylesine yerel Türkçenin özellikleriyle yoğrulmuş, imgelerini ve seslerini öylesine kendi yerinden yurdundan almıştır ki, bunların başka dillerde karşılıklarını bulamıyoruz çoğu zaman. Karşılıkları olsa bile kulağa yapay, zorlama, tatsız geliyor. Halk söyleyişimizin, nice ifadelerin, özgün deyimlerin koşutları, benzerleri İngilizcede ya az ya da yetersiz.
“Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” nasıl çevrilir bir başka dile, yoğun vezniyle, kafiyeleriyle, özlü hikmetiyle, nefis ritmiyle?
Karacaoğlan’ın deyimlerini, renklerini, kıvrak seslerini nasıl aktarırsınız İngilizceye?
Yunus Emre’den yapılmış bir avuç başarılı çeviri var ama, ben son dört yüzyılın halk şiirinden tek bir başarılı çeviri görmedim. Kendi çevirdiklerimin de ne denli biçimsiz olduğunu acı acı biliyorum. Yıllardır diyorum ki halk şiirimiz, belki başka bazı dillere çevrilebilir ama, İngilizceye gelince denemek bile abes… Günün birinde bir dahi çıkar da bu olanaksız işi başarırsa o başka: Bir mucize gerçekleşirse alkışlarız elbette.
Masal ve tekerlemeler için de aynı gözlem öne sürülebilir. Gerçi bazı masallarımız (özellikle Barbara Walker, Warren S. Walker ve Ahmet Uysal’ın çevirileri ve uyarlamalarıyla) İngilizcede çok iyi sonuçlar verdi ama, yine de çeviriye karşı direnen bir tür… Hele tekerlemeler, bir dilden başka bir dile başarılı aktarılamıyor.
Mizah, ulusal sınırları aşamaz diye kökleşmiş bir yargı yardır. Özellikle kültür çerçevesi değişik olan diller arasında, kelime oyunlarıyla yoğrulmuş olan güldürü, mizah ve taşlamalarda “çevrilmezlik” derdi büyüktür. Nitekim lirik ve siyasal şiirler, sevgi ve düşünce şiirleri dilimize enfes aktarılıyor da, mizah ve hiciv şiirlerinden yapılmış başarılı çevirilerimiz ne kadar az, değil mi? Aziz Nesin’in hikâyelerinin İngiltere’de ve ABD’de ilgi görmemesi, yayıncı bulamaması da, çok büyük bir ölçüde, kültürlerimizin bağdaşmaması yüzünden olmuştur.
Oğuz Tansel’in şiir konusundaki bir konuşmasının en başında vurguladığı özellikler, şiir sanatının ilke ve ülkülerini özetlerken, çeviri zorluklarının panoramasını da veriyor sanki:
“A. Şiir, ayaklarını toplumun, ülkenin tarihsel gerçeklerine basmalı; kollarıyla, elleriyle ülkenin dağlarını, ovalarını, toplumsal, ekonomik coğrafyasını kucaklamalı.
- Masallarına, türkülerine, söylencelerine, halk bilim ürünlerine eğilip bunlardan maya almalı.
- Duyguları, düşünceleri, toplum ve insan sorunlarını, toplumsal gerçekçilik çizgisinde, çağdaş dünya görüşüyle yoğurmalı.
Bunları başka türlü söylersek: Genel olarak sanat, özellikle şiir, yazarın yaşadığı toplumun tarihine, coğrafyasına, halk bilimi temeline oturtulmalı. Sanırım sanat yapıtı o zaman kalıcı olabilir, zamana dayanabilir.”
Tansel’in bu özlü estetiği, tarih-coğrafya, folklor öğeleri ile gerçekçilik ve uluslararası anlayış üzerinde durarak bir ulusal-evrensel karışımı salık veriyor. Kendisinin açıkça belirttiği gibi, “Kimi eleştirmenlerle bazı ozanlar bu yazdıklarımı paylaşmayabilir.”
Bu estetik kavramlarının ve yaratı stratejilerinin tartışması, yüzyıllardır süregeldiği gibi, belki hiçbir vakit sona ermeyecek.
Sanat yapıtı, ancak bu ilkelerle mi kalıcı olur? O ayrı bir sorun. Toplumla, tarihle, ekonomik coğrafyayla, masal ve türkülerle insan sorunlarıyla, toplumsal gerçekçilikle doğrudan doğruya ilişkisi olmayan eserler, ölümsüz olabiliyor: En belirgin örnek, Shakespeare’nin Soneleri, değil mi? Buna karşılık, Tansel’in vurguladığı ilkelere bağlı kaldıkları halde saman alevi gibi sönüveren sayısız şiir ve eser olmamış mıdır her dilde, her ülkede?
Benim kaygım başka: Tansel’in belirlediği estetik sayesinde sanat yapıtı kalıcı olabilir ya da olmayabilir, bu bir yana, Tansel’den aktardığım A-B-C, “çevrilmezlik” haritasını da gözler önüne seriyor gibi. Şiir (ya da genel olarak yazın) yerel ve ulusal öğe ve imgelerle yoğrulduğu ölçüde, kendini çeviri bakımından kısıtlıyor, köstekliyor.
A ve B, öylesine “mahalli renkler”e bürüyor ki C, çoğu zaman, eseri evrenselliğe yöneltemiyor artık. Bir bakıma, Yaşar Kemâl’in görkemli yapıtlarının Anglo-Amerikan âleminde tamı tamına değerlendirilememiş olmasının temelinde işte bu yerel nitelik yatmaktadır.
Oğuz Tansel’in İngilizceye ve başka dillere yeterince çevrilmemiş olması da aynı sorunla sarmaş dolaş. Çünkü Tansel, şiirlerinde, masallarında, çocuk yazınında ve mizahında Türk dilinin öz değerleriyle, halk kültürümüzün kendine özgü yönleriyle bizim söylence dünyamızla öyle içli dışlı ki, çevirmenlerin eli kolu bağlanmıştır. Aynı özellikleri, aynı tadları başka dillerde bulmak kolay değil, hatta belki olanaksız.
“Sarıkız Yolu” başlıklı “Toplu Şiirler”deki o güzelim ürünleri ele alın. Çevirmenler için, “Savrulmayı Bekleyen Harman”dır onlar. Ama nice çevirmenler bu işe kalkışmanın bir savurganlık olacağını; ürünlerin başka bir dile savrulurken, bozulacağını seziyorlar. “Çarşı”yı, “Mavu Boğaz”, “Yol”u, “Keler Göz”ü hırpalamadan çevirmek ne mümkün?
Usta bir çevirmen “Masal Ustası Tansel”in çoğu masallarını başka bir dile pırıl pırıl, şırıl şırıl aktarabilir, sanırım. Ama, bir masal başyapıtı olan (Türk Dil Kurumu’nun Çocuk Yazını Ödülünü Kazanan) “Al’lı ile Fırfırı”, kimin eliyle çevrilirse çevrilsin, korkarım, güzelliğinden ve gücünden yitirir.
Metin Eloğlu ile birlikte hazırladığı “Bektaşi Dedikleri”, manzum mizahın üstün eserlerinden biridir. Yıllar boyunca, defalarca defalarca okuduğum bu Bektaşi fıkraları, Türkçemizde Orhan Veli’nin ve Kemal Özer’in “Nasrettin Hoca Fıkraları” ve Sabahattin Eyüboğlu’nun “La Fontaine’den Fıkralar”ı ile omuz omuza, kol kola gezer. Yobazlığın kol gezmekte olduğu bugünlerde, keşke yeniden yayınlansa da Bektaşi hicvinin aydınlığını, koyulaşmakta olan karanlıkların üstüne yöneltse.
Ne var ki Bektaşi kültürünü, Türkçenin özellikleriyle haşır neşir olmuş bu nükteleri, bir ulusun güleç yüzünü bir başka iklime nasıl götürürsünüz? Solmaz mı, somurtmaz mı o yüz? Belki bir olağanüstü çevirmen ya da uyarman veya aktarman başarır bu işi. Ama, işin olağanüstü çetin olduğu besbelli. Alın “Borç” başlıklı fıkrayı. Çevirmek, bakalım, hangi babayiğidin harcı:
Hatırı sayılırlardan biri, namaz – niyaz sohbetinde,
Bektaşiye sorar, iğneli azıcık:
“Borcun var mı, erenler?”
“Var ya, köşedeki bakkala 10 liracık…”
“Yok canım öylesi değil, namaz borcun diyecektim de…”
Bizimkinin iğnesi çuvaldızdan beter:
“Ha bak, onu Tanrı sorabilir ancak;
Senin soracağın bakkal çakkal borcudur” der,
(Tansel, Eloğlu 2008)
Ve dilimizin en can alıcı hiciv şiirlerinden biri olan “Aydın Oğlu Aydın” başka bir dilde düşünülebilir mi?
Koyun bakışla çatal dilli
Sözde aydın oğlu aydın
Kepçe kepçe karıştırır ortalığı
Sade suya tirit düşünceleri
Kazanı yalan dolan kaynar
Gündüzü gece eder kuş beyni
İsterse öküz altına buzağı kor
Fil doğurtur karıncaya
Aydın oğlu aydın
Karga Oğlu Karga (Tansel, 1962, 1986 ve 2013)
Belki hem Türkçenin, hem İngilizcenin üstadı olan yaratıcı bir çevirmen, “Aydın Oğlu Aydın”ı – yeniden yazar gibi – uyarlayabilir… Bektaşi fıkralarının bazılarını da cuk oturtan bir uyarlama ustası çıkabilir; ama Tansel’in burcu burcu Anadolu ve Türkçe kokan lirik şiirlerini İngilizce söylemek, aşılması güç engellerle dolu.
Sanırım bu zorluklar yüzünden, şimdiye kadar Tansel İngilizceye de, başka dillere de pek az çevrildi.
Benim bildiğim ilk çeviriyi yıllarca önce İlyas Halil yapmıştı: “Mayku” şiiriydi bu. Yalnız Türkiye’de yayınlandı.
Kızı Prof. Dr. Aysıt Tansel’in altı çevirisi de, “Sarıkız Yolu: Toplu Şiirler”in sonundaki ayrı bir bölümde yer alıyor: “Mutluluk Peşinde”, “Salkımsöğüt”, “Mayku”, “Selam”, “Mavu Boğaz” ve “Çağrı”nın İngilizceleri.
Aysıt Tansel’in – J.D. McClatchy, Nilüfer Mizanoğlu Reddy ve J. Ian Richards’ın yardımlarıyla – yaptığı iki çeviri (“Tutsağın Türküsü” ile “Salkımsöğüt”), Pennsylvania’daki Wilkes Üniversitesinin Müzik Bölümü Başkanı Dr. Bruce Reiprich tarafından bestelenerek, 1994’te Soprano Eileen Hanisch tarafından, DaPonte Yaylı Sazlar Dörtlüsü eşliğinde, bir konserde sunuldu ve çeviriler konser programında çıktı. 1990’da, yine Dr. Reiprich, Tansel’den çevirileri güfte olarak kullanan bestelerini gerek Pennsylvania’da, gerek Kuzey Dakota’da sunmuştu.
Benim “Knot” başlığıyla çevirdiğim “Düğüm” şiiri de, 1982’de ABD’de yayınladığım “Contemporary Turkish Literature” (Çağdaş Türk Yazını) adlı antolojinin 412’inci sayfasındadır.
Tansel’in, başka yüzlerce şiirimizin, masallarımızın, mizahımızın en yaygın dillere bu kadar az çevrilmiş ve çevrilmekte olması, içimde ukde, yüreğimde burukluktur. Tansel’in hakkı, Türkiye’mizde de yeterince tanınmadı, tanınmıyor. Umarım, elinizdeki kitap, bu haksızlığı giderir.
Türk edebiyatı, dünya sahnesinde hala bir üvey evlat… Bunun nedenlerinin çoğu, nice ülkelerde tarihimize ve kültürümüze beslenen kin ile uygarlık ve duyarlık farkları ile dil bağdaşmazlıkları ile ilişkili… Kimisi, Oğuz Tansel’in şiir estetiği konusunda yazdıklarından kaynaklanıyor: Öz değerlerin, özelliklerin, özgünlüğün dirençli çevrilmezliği.
Yazınımızın değerine ve gücüne güven duyarak, çeviri sanatının geleceğine iyimserlik besleyebiliriz. Türk yaratıcılığı, yeryüzünün birçok köşelerinde karanlıkta kalmaktan er geç kurtulacaktır. Şiire ve çeviriye bel bağlayabiliriz.
Fransız şairi Robert Desnos’nun dramatik yaşam öyküsünde bir benzeti bulabiliriz belki:
Bir Fransız, Nazilere Desnos’yu ihbar etmiş “Tehlikeli adamdır: Terörist ve Komünisttir!” Naziler, ünlü şairi önce Buchenwald’a, sonra Auschwitz’e götürmüşler. Almanya teslim olduğunda, Josef Stuna adlı genç bir Çekoslovakyalı tıp öğrencisi, toplama kampına, hasta tutsaklara bakmak üzere gönderilmiş. Tutsakların listesini gözden geçirirken, Desnos adını görünce “Bu” demiş kendi kendine: “Savaştan önce şiirlerinin Çekçe çevirilerini okuduğum şair olmasın?” Yüzlerce tutsak arasında, gidip Desnos’yu bulmuş, sormuş: “Şair Robert Desnos’yu tanıyor musun?” Nerden nereye? Şair, şaşakalmış; sevinçle demiş ki: “Şair Robert Desnos benim!”
Türk yazını ergeç tanınacak, bilinecek süregelen dış karanlıktan kurtulacak.
Kaynakça:
Halman, Talat S. (1996) “Tansel’de Öz ve Özgünlük,” Üç Kanatlı Masal Kuşu Oğuz Tansel, (Haz. Metin Turan) Birinci Basım, Ankara: Ürün Yayınları.
Tansel, Oğuz, Eloğlu, Metin (2008) “Borç,” Bektaşi Dedikleri, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Tansel, Oğuz (1962) “Aydın Oğlu Aydın,” Gözünü Sevdiğim, Ankara: Dost yayınları.